Ege Doğaç Erdoğan –Oxford ilk bakışta, tek katlı, içi küçük bahçesi büyük şirin evlerin olduğu, merkezinde restoran ve mağazaların sıralandığı, arabayla girip çıkması dert olan tipik bir İngiliz şehri görüntüsündedir. Tarihsel yapısını korumuş mimariye sahip binaların birkaç kilometre ötesindeki Bicester alışveriş köyü de, İngiltere’nin en büyük Outlet merkezlerinden biri olarak karşımıza çıkar. Çoğu turist içinse Oxford, Londra’dan kalkan ekspres otobüslerle gittikleri ve lüks markaları ucuz fiyata alışveriş sepetlerine doldurdukları bir yerden ibarettir.
Ancak Oxford’un ismini dünya çapında bilinir kılan asıl sebep, dünyanın en eski ikinci üniversitesine (ilki Bologna Üniversitesi) ev sahipliği yapmasıdır. 1096 yılından beri eğitim veren üniversite, 1200 yılında kurumsallaşır ve 1209’da da kendi bünyesinden ayrılan hocaların kurduğu Cambridge Üniversitesi ile yüzyıllar sürecek bir rekabetin içine girer. Bunun sonucunda da İngiltere liderlerinin çoğu ya “Oxbridge” yani Oxford veya Cambridge mezunudur. Yeni başbakan Rishi Sunak da bu gelenekte bir istisna değil. Felsefe, Siyaset ve Ekonomi (PPE) bölümünden mezun olan Sunak, İngiltere’nin Oxford mezunu 30. başbakanı. Şu ana kadar “10 numara”da (başbakanlık konutu) görev yapmış toplam 57 kişi olduğunu göz önüne alırsak, bu demek oluyor ki, bunların yarıdan fazlası Oxford eğitimine sahipti. Geriye kalanların 14’ü ise Cambridge mezunu…
Hep aynı bölüm
Pek çok kez “Oxbridge”in, İngiltere’de bir elitist yöneten sınıfı oluşturduğuna yönelik eleştiriler gündeme gelmiştir. Nitekim Oxford’un lider yetiştirmede Cambridge’i solladığı aşikar… Ancak işin daha da detayına inildiğinde, öyle bir Oxford bölümü var ki, neredeyse medyadan bürokrasiye, siyasete kadar her alanda İngiltere’yi “ele geçirmiş” durumda. Zira Sunak’ın da mezun olduğu Felsefe, Siyaset ve Ekonomi bölümünden derece elde etmiş olmak, ülkenin önemli kurumlarının zirvesine çıkmak için bir altın bilezik işlevi görüyor. Sunak’ın halefi Liz Truss dahil pek çok ünlü siyasetçinin aynı bölümden mezun olduğunu göz önünde bulundurursak, bunun bir tesadüf olmadığı da aşikar zaten. Peki PPE’yi diğer İngiliz üniversitelerinin bölümlerinden daha güçlü kılan ne olabilir? Öncelikle, kapsayıcı bir müfredatla genel bir eğitim veriyor olması… Çoğu 3 yıl olan İngiltere üniversitelerinin lisans programları tek bir konuda uzmanlaşmaya yoğunlaşırken, PPE, daha genel bir bakış açısı kazandırarak özgüveni yüksek, kriz yönetimininin altından kalkabilecek liderler yetiştiriyor.
Ancak kriz yönetimi demişken, işte tam da bu özelliği İngilizlerce yoğun eleştirilere maruz kalıyor. PPE müfredatı ve sistemi, öğrenciyi serbest bırakarak dönem içinde bir kaç “essay” (deneme) yazılmasını kafi görür. PPE mezunları son dakikaya bırakıp bir gece önce sabahlayarak yazdıkları bu denemeler sayesinde konuları genel hatlarıyla anlayıp özetleyebilecek yeteneğe sahip olurlar ancak detaycı düşünme kabiliyetlerini köreltirler.
Tek tip lider eleştirisi
Aslına bakarsanız bu, hukuki tabirle, “hayatın olağan akışına” da uygun bir durum. Neticede zaten kurulma amaçları ülkeye lider yetiştirmek olan okullardan mezun olanların, bu yönde aldıkları eğitimle kendi ülkelerini yöneten kadrolarda yer almaları çok doğal karşılanmalıdır.
Ancak buradaki sıkıntı, aynı eğitimle yetiştirilmiş tek tip liderlerin vizyonlarının, değişen ülke ve dünya koşullarında çeşitlilik gösteremiyor oluşudur.
İki partidende mezunlar var
İşin ilginç yanı bu elitist yöneten sınıfın içinde sadece Muhafazakar Parti’den değil İşçi Partisi’nden de liderler olmasıdır. İngiltere siyasetinde efsanevi bir yer edinmiş olan marksist Tony Benn’den tutun da, liberal Tony Blair’in perde arkasındaki en güçlü isim Peter Mandelson’a kadar değişik görüşte pek çok siyasetçi PPE bölümünde okumuştur. PPE mezunu eski başbakan Harold Wilson’ı da bu listeye eklemek şart.
İngiltere’ye özgü değil
Eski Fransa cumhurbaşkanları Jacques Chirac, François Hollande ve şu anki cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un bulunuduğu bir mezunlar listesine sahip “Ecole Nationale d’administration”, Fransa’nın seçkin lider sınıfını oluşturan eğitim yuvası olarak göze çarpıyor. ABD’de Harvard, Georgetown ve kendi lisans diplomamı aldığım George Washington üniversiteleri de “yönetici kadro” yetiştirmekte önde gelenlerden.